Bazen bir insan, çocukluğunuzun görsel hafızasına, hatırladığınız her ân sizi mutlu etme kapasitesine sahip büyülü bir dokunuş yapar ve siz onun ismini bilmezsiniz bile. Drew Struzan işte tam olarak o kişi. Şimdilerde neredeyse yok olmuş bir mesleğin dahi icracısı, analog dünyanın eli fırçalı afiş illüstratörü… Dünyada Drew Struzan’ın yarattığı işlerden en az birini görmemiş bir insan yoktur desek abartmış olmayız ama kanıtlayamayız elbette. Popüler kültürün bu kadar vitrininde olmasına rağmen kendisinin ismini maalesef çok az kişi biliyor.
Drew Struzan, 13 Ekim 2025 tarihinde bu dünyadan ayrıldı. Biz de yapmış olduğu işlere bir saygı duruşunda bulunmak ve hayatına yakından bakmak istedik.
İllüstrasyon sanatının efsane isimlerinden Drew Struzan, 18 Mart 1947 tarihinde Oregon’da doğdu ve daha çocuk yaşta çizime olağanüstü bir yeteneği olduğu çevresindeki herkes tarafından görülüyordu. Daha dört yaşındayken yaptığı çizimler, Stanford Üniversitesi’ndeki araştırmacılar tarafından, “olağanüstü doğal” olarak nitelendiriliyormuş. Bu araştırmacılar, Drew’ün resimlerini ailesinden ödünç alırlar ve resimleri bir daha geri getirmezler. Drew Struzan’ın, konuşmayı sökmeden önce kendini çizimle ifade ettiği bile anlatılıyor; bu, ailesi tarafından eğlenceli bir sohbet için abartılan bir durum mu bilmiyoruz ama söylenene göre Drew, annesinden su isterken bardak ve musluk resmi çizip ona uzatıyormuş. Sanatla kurduğu bu erken bağ, onu ilerleyen yıllarda -biraz da kendi isteği dışında- tasarım harikası film afişleri yaratan bir sanatçıya dönüştürecek.
Genç yaşta sanata yönelen Struzan, Los Angeles’taki ArtCenter College of Design’da aldığı eğitimle perspektif, kompozisyon ve anatomi konularında temelini sağlamlaştırdı. Struzan, eğitmenlerinden Lorser Feitelson’ın, üzerinde büyük etki bırakan kişilerden biri olduğunu söylüyor. Feitelson, Picasso ile aynı dönemde Paris’te çalışan bir sanatçıydı ve öğrencilerine “Toplumlar, sanatlarıyla hatırlanır.” diyerek sanatın kalıcılığını vurgulardı. Struzan, bu sözü yaşam felsefesi haline getirdi. ArtCenter’daki yıllarında hem teknik becerisini geliştirdi hem de sanatın duygusal yönünü keşfetti. Disiplinli çalışma, detaylara özen ve her eserde bir önceki deneyimden öğrenme ilkesi, Struzan’ın kariyerinin temel taşlarını oluşturuyor.
Mezuniyetinin ardından Struzan, geçim sıkıntısı nedeniyle albüm kapakları çizmeye başladı. Alice Cooper’ın ‘Welcome to My Nightmare’ albümü için yaptığı illüstrasyon, ona ilk büyük tanınırlığı getirdi. Black Sabbath’ın ‘Sabbath Bloody Sabbath’ albümü için yarattığı görsel ise hâlâ bir tasarım başyapıtı ve heavy metal tarihinin en etkileyici kapaklarından biri olarak yerini koruyor.

Ancak müzik sektöründe kazandığı başarının aslında onu sinema dünyasına hazırladığından henüz kendisi de habersizdi.
1970’lerin ortasında film endüstrisinden gelen tekliflerle, Struzan’ın kariyeri bambaşka bir yöne evrildi. İlk olarak B sınıfı filmler için afişler tasarladı. Bu dönemde hem teknik becerilerini geliştirdi hem de filmlerin ruhunu yakalama konusunda deneyim kazandı. Airbrush ve kalem tekniğini ustalıkla birleştirerek oluşturduğu tarz, kısa sürede dikkat çekti. Struzan, genellikle film karelerini ya da kendi çektiği referans fotoğrafları inceleyerek çalışıyordu. Oyuncular sette olduğu için bazen kendi bedenini model olarak kullanır, karakterlerin yüzlerini sonradan eklerdi. Bu yöntemle Harrison Ford’un Han Solo ve Indiana Jones karakterlerinin efsanevi görüntülerini oluşturdu. Ve evet, Han Solo ve Indiana Jones dediğimize göre George Lucas ve Steven Spielberg gibi yönetmenlerin, onunla çalışmak için sıraya girdiği dönemin altını çizebiliriz…
Star Wars için tasarlamış olduğu birçok eser arasında, ‘Revenge of the Jedi’ için yaratılmış olan afişi özel bir yere koyuyoruz. Sinema tarihinin en büyük villain’larından Darth Vader’ın dev silüeti altında, Luke ve Vader ışın kılıcı düellosunu resmeden afiş, Star Wars hayranları için koleksiyon değeri taşıyor.

Star Wars ilk üçlemesinin özel edisyonu için tasarlanan afişler ise çok incelikli bir detayı içinde barındırıyor. Bu üç filmin afişlerini ayrı ayrı ezbere biliyorduk; ancak yan yana geldiklerinde tek bir kompozisyon oluşturduklarını çoğumuz fark etmemiştik!

1980’ler ve 1990’lar boyunca Struzan’ın imzası, Hollywood’un altın çağının simgesi haline geldi. ‘Raiders of the Lost Ark’ için yaptığı uluslararası afiş, onun “resmî Indiana Jones sanatçısı” olarak anılmasını sağladı. ‘Temple of Doom’ afişi yalnızca tek bir çizim üzerinden onay aldı ve bu tasarım hiç değiştirilmeden kullanıldı.

‘Back to the Future’ üçlemesinde, her filmde karakterleri çoğaltarak izleyicinin hikâyeye duyduğu bağlılığı güçlendirdi. Michael J. Fox ve Christopher Lloyd’un bizzat Struzan’a poz verdiği afişler, o dönemin estetik anlayışını belirledi.

‘Blade Runner’ afişi ise ilginç bir hikâyeye sahip: 1982’deki ilk gösteriminde kullanılmayan ve yarım bırakılan tasarım, yıllar sonra filmin director’s cut versiyonu için Ridley Scott’ın özel isteğiyle tamamlandı.

The Thing filminin afişi Drew Struzan koleksiyonunun en değerli parçalarından biri. Struzan bu afişte, yüzü görünmeyen tek bir figürle, korku sinemasının en ikonik görsellerinden birini yarattı.

Struzan, ‘Hocus Pocus’, ‘Hook’ ve ‘The Goonies’ gibi filmler için yaptığı afişlerde ise daha eğlenceli ve renkli bir dünya kurdu. Her çalışmasında karakterlerin duygusal tonunu yakalıyor, onları sadece tanıtım aracı değil, birer sanat eseri haline getiriyordu.

Bu sanat eserleri arasında E.T. için üretilen afişin özellikle altını çizmek gerekiyor. Struzan bu afişle sadece filmin ruhunu çok iyi yansıtmakla kalmıyor, bir kuşağın çocukluğunda yer eden büyülü bir görsel hafıza parçası yaratıyor. Drew Struzan işlerinin zamansızlığının ve etkisini her daim korumasının sırrı, bu çalışmanın yarattığı büyülenme halinin içinde saklı.

Frank Darabont, onun kariyerine yeni bir soluk getiren isimlerden biriydi. Struzan, Darabont’un ‘The Shawshank Redemption’, ‘The Green Mile’ ve ‘The Walking Dead’ işleri için yaptığı afişlerle yeni bir kuşak tarafından keşfedildi.

Bu iş birliği, ‘The Mist’ filmine Darabont’un incelikle yerleştirdiği bir saygı duruşunu da kapsıyor. Filminin açılış planında Darabont, Thomas Jane’in canlandırdığı David Drayton karakterinin çalışma ortamını bize gösteriyor. Drayton bir illüstratördür ve o sırada varsayımsal bir ‘The Dark Tower’ afişi üzerinde çalışmaktadır. Bu sahnedeki afişin tasarımı da elbette Drew Struzan’a ait. Bu sahnede Struzan’ın başka ikonik çalışmalarını da görüyoruz. The Thing, Pan’s Labyrinth ve The Shawshank Redemption filmleri için yapılan afişler, David Drayton karakterinin duvarında asılılar.

Guillermo del Toro, Drew Struzan’ın çizimlerinde insanın özünü yakalama gücünü en çok öven ve kendisine hayranlığını sürekli dile getiren insanlardan biri. Pan’s Labyrinth ve Hellboy filmleri için yaptıkları işbirliği, iki özgün görsel dünya yaratıcısının bir araya geldiklerinde ortaya çıkan pozitif enerji patlamasını bize gösteriyor.

Spielberg ise “Drew’un afişleri filmlerimizi destinasyonlara dönüştürdü; kimse Drew gibi çizemedi” diyerek onun sinemadaki yerini özetledi. Struzan, eserlerinde fotoğrafın sınırlarını aşan bir duygusal derinlik yaratıyor, izleyiciyi resmin içine davet ediyordu. Kendi ifadesiyle: “Bir hikâyeyi anlatmıyorum; bir duygu yaratıyorum. Bir kapı çizerim, o kapıdan geçince bir ayna görürsün. Ne hissediyorsan, onu bulursun.”
Dijital çağın yükselişiyle birlikte, geleneksel afiş çizimlerine olan talep zamanla gerilese de Struzan’ın etkisi gücünü hâlâ koruyor. Ama bu kuvvetli etkiye rağmen, Struzan dijital dönüşümden olumsuz yönde etkilenen isimlerden biri oldu. Hızla dijitalleşen dünyada emekliye ayrılma düşüncesi onu bırakmıyordu artık. Pan’s Labyrinth için tasarlamış olduğu afişin Guillermo del Toro çok beğenmiş olmasına rağmen stüdyo tarafından kullanılmaması; Hellboy için de benzer bir sürecin gerçekleşmesi -testlerde en yüksek puanı alması ama yine de kullanılmaması- bu düşüncesini pekiştirdi. “O zaman anladım, artık burada kalmamın anlamı yok. 80’ler ve 90’lar benim için iyi zamanlardı, şimdi torunlarım var, kendi resimlerimi yapayım.” diyor o dönem Struzan.

2013’te Erik Sharkey tarafından çekilen ‘Drew: The Man Behind the Poster’ belgeseli, sanatçının yaratım sürecini ve sinema tarihindeki önemini belgeliyor. 2015 yılında ArtCenter, Struzan’a Yaşam Boyu Başarı Ödülü verdi. Törende alkışlar arasında “Bu, hayatımın bittiği anlamına mı geliyor?” diye şakalaştı Struzan. Artık ticari işlerden uzaklaşmıştı ama üretmeyi sürdürüyordu: “Her resimde bir şey öğreniyorum. Bir sonrakine onu ekliyorum. Eğer işe yarıyorsa, doğrudur.” Bu sözleri, sanat anlayışını özetler nitelikteydi.

Evet, bu dünyadan bir Drew Struzan geçti; bazılarımızın sadece bir kez gördüğü ama ilgisiz kalamadığı, bazılarımızın ise çocukluğuna tatlı bir dokunuş bırakan işleriyle… Bugün Drew Struzan’ın afişleri, sadece filmlerin değil, bir dönemin duygularının, kahramanlıklarının ve hayallerinin sembolü olarak yaşamaya devam ediyor.

